Her yıl milyonlarca turisti ağırlayan Hollanda, sahip olduğu onlarca güzelliğiyle bu ilginin hakkını sonuna kadar veriyor. Yirmi beş Avrupa Birliği ülkesinden biri olarak, Schengen bölgesinde yer alan Hollanda’ya herhangi bir ülkeden sahip olunan bir Schengen vizesi ile giriş yapabilmeniz mümkün.
Özellike uzun süreli Schengen vizesi almış olanların mutlaka seyahat planına eklediği Hollanda’nın başkenti Amsterdam’a İstanbul’dan kalkan tarifeli bir uçak ile dört saatten kısa sürede ulaşabiliyorsunuz.
Her mevsimde size farklı duygular hissettiren Amsterdam ile ilgili daha detaylı bir gezi rehberini ilerleyen günlerde sizinle paylaşacağım ancak şimdi konumuz gitmişken başka ülkelere de geçiş yapalım diyenleri ilgilendiriyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi Hollanda’da da başka ülkelere ulaşmanın en fazla tercih edilen yolu tren yolculukları. Fakat, biz işi Avrupa’da otomobil sürmenin keyfiyle de birleştirip, Belçika’ya doğru uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz.
Sanırım yola çıkmadan önce biraz Avrupa’da otomobil sürmekten bahsetmek gerekiyor. Trafik kurallarına uyduğunuz sürece Avrupa’da otomobil sürmek sizin için oldukça keyifli olacaktır. Çoğu yerde doğayla iç içe devam edecek yolculuklarınızda, güzel asfaltın ve sakin yolların tadını çıkarmaktan çekinmeyin. Hollanda’dan Belçika’ya kadar sürmeye karar verince ilk durağınız mutlaka, iki ülke sınırının en net olarak görüldüğü Baarle-Nassau olmalı. Baarle, tıpkı Slovakya-Avusturya-Macaristan, Norveç-İsveç, Polonya-Ukrayna ve İspanya-Portekiz gibi ülkelerin sınırlarını hissetmediğiniz bir sınır şehri.
Restoran ile korunan sınır!
A2 ve A27 otobanlarını takip ederek yaklaşık 2 saatte vardığınız Baarle-Nassau şehrin Hollanda’ya ait olan tarafı. Belçikalılar ise aynı yere Baarle-Hertog diyor. Hemen hatırlatalım, seyahatiniz boyunca Google Haritalar’dan indirdiğiniz ücretsiz harita ile cep telefonunuzdan navigasyonu kolaylıkla kullanmanız mümkün. Bu yüzden otomobil kiralarken ekstra bir navigasyon ücreti ödemenize gerek yok. Zaten kiralanan birçok otomobilin içinde bile mevcut navigasyon sistemi oluyor. Haritayı takip ederek kolayca ulaştığınız şehir ilk bakışta sessiz sakin bir Avrupa kasabası havasıyla sizi sarıyor. Belçikalı ve Hollandalıların birlikte yaşadığı şehirde kimin hangi ülke vatandaşı olduğunu bilmek mümkün değil. Buna gerek de yok zaten.
Sokakları keşfetmeye başladığınızda gözünüz yavaş yavaş yerdeki sınır çizgilerine takılıyor. Evet! Bu şehrin sokaklarında yürürken bir Hollanda’da bir Belçika’dasınız. 2017 verilerine göre 6 bin 803 kişinin yaşadığı Baarle’deki binaların bir çoğunun üzerinden sınır geçiyor. Belçika’nın bağımsızlığını kazanmasının ve dünya savaşlarının bitmesinin ardından şehir sınırlarına 1995 yılında kavuşmuş. Evlerin kapısı sınırın ne tarafına bakıyorsa, evler o ülkeye bağlanmış. Aslında birbirinden çok da uzak olmayan iki kültürün iç içe olduğu şehirde size Den Engel isimli restoranı önerebilirim. Bu restoran sınırın tam yanında yer alan bir Hollanda restoranı. Restoran dediğime bakmayın oturduğunuzda yalnızca bir kahve içip kalkabilirsiniz. Kahvenizi yudumlarken karşınızda oturan arkadaşınız sınırın diğer tarafında kalabilir. Bir nevi, Hollanda, Belçika’ya karşı sınırını bu restoran ile koruyor diyebiliriz. Kahvenizin ardından tourist information’a gidip şehre özgü bir kartpostal aldıktan sonra yolunuza devam edebilirsiniz. Uzun vakit harcamadan farklı bir deneyim yaşadığınız Baarle’nin ardından Belçika’nın diğer şehirlerine doğru yola çıkma vakti.
Gent’e doğru…
Artık yola çıktığınızda tamamıyla Belçika asfaltındasınız. Fakat bu farkı yollarda çok fazla hissettiğiniz söylenemez. Zaten yolculuğunuz boyunca size bir çok Hollanda plakalı otomobil de eşlik ediyor olacak. Baarle’den çıktıktan sonra ikinci durağınız yaklaşık 118 kilometre uzaklıkta olan Gent olabilir. Sakin otobanı takip ederek vardığınız Gent’te otomobilinizi şehir merkezine yakın olması için ücretli bir otoparka bırakmalısınız. Merkez dışında, çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi P+R sisteminin olduğu ücretsiz otoparklar da var. Seyahatinizin süre planlamasına göre siz bunları da tercih edebilirsiniz. Ancak, biz daha yolumuz olduğu için vakit kaybetmemek adına şehir merkezine yürüme mesafesinde olan Parking Reep’i tercih ettik. Buradaki otoparkın 2 saatlik ücreti, 2017 yılında 4 euro idi. Kalma süresi arttıkça ücret de artıyor tabi.
Üç ünlü kulesi bulunan Gent’te 3 saat vakit geçirmek şehri tanımanız için yeterli olacaktır. Gent’e gittiğinizde görmeniz gerek ilk şey ünlü kuleleri olmalı. Bunlar; St Bavo Katedrali, St Nicholas Kilisesi ve Belfry çan kulesi. Ardından St Michael Köprüsü ve kontlar şatosu Gravensteen’e uğramayı ihmal etmeyin. Eğer seyahatiniz cuma gününe denk geldiyse, şehrin pazar yeri olan Vrijdag Markt’ı da gezmeden yolunuza devam etmemenizi tavsiye ediyorum. Şehrin iki kıyısı olan Graslei ve Korenlei üzerindeki mekanlardan birinde soluklanabilir ve manzaraya dalabilirsiniz. Bu kısa molanın ardından bir sonraki durağımız olan Brugge’e doğru hareket etmemiz gerekiyor ki günü kaçırmadan sizi orta çağdaymış gibi hissettiren Brugge sokaklarında hayallere dalabilelim.
Gent’ten yola çıkınca sizi 1 saatten kısa bir yol bekliyor. Burada da hemen hatırlatalım, Brugge şehri için de otomobilinizi ücretli bir otoparka bırakmanız gerekiyor. Özellikle hafta sonu gidiyorsanız boş otopark bulmak biraz çileli olabilir. Burada size girişi merkez tren istasyonunun arkasında olan otoparkı önerebilirim. Çok büyük bir şehir olmadığı için 8-10 dakika içinde otomobil gürültüsünden kurtulup şehrin otantik havasına kendinizi kaptıracaksınız. Brugge, uzun vakit ayrılması gereken, her sokağında farklı güzellikler barındıran bir şehir. Bu yüzden Brugge gezi rehberini ilerleyen günlerde daha detayl
ı paylaşacağım. Brugge’ün ardından hiç durmadan 3.5-4 saatlik bir sürede Amsterdam’a dönmek ya da başka limanlara doğru yelken açmak tamamen size kalmış.Başka bir gezi yazımızda görüşmek üzere…
Hazal ORTA