Darphane-i Amire
Osmanlı darphanesi 1727 yılında açılmıştır, ancak bugünkü yapıların büyük bölümü, kompleksin genişletildiği. Mahmut (1808-39) döneminden kalmadır. 1967 yılında yeni binasına taşman darphanenin yerinde günümüzde Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı çeşitli birimler hizmet vermektedir. Çalışma saatleri içinde avlu ziyaret edilebilir.
Aya İrini
Bugünkü bina 6. yüzyılda inşa edilmiş olsa da, Aya İrini kilisesi, İstanbul’un ilk Hıristiyan bölgesi olduğu sanılan yerde yapılan üçüncü yapıdır. Kilise kentin 1453 yılında fethedilmesinden sonraki on yıl içinde Topkapı Sarayı’na dahil edilmiş ve daha sonra silah deposu olarak kullanılmıştır. İyi bir akustiğe sahip olan kilisede bugün İstanbul Müzik Festivali kapsamında çeşitli konserler düzenlenmektedir.
İç mekânda, kentteki diğer Bizans kiliselerinde günümüze ulaşamayan üç etkileyici bölüm bulunur. Apsise yerleştirilmiş yarım daire şeklindeki beş kademeli sıradan oluşan synthronon’da ayini yöneten rahipler bir arada otururdu. Apsisin üzerinde, altın yaldızlı zemin üstünde basit, siyah bir mozaik haç dikkat çeker. Haç figüratif imgelerin yasaklandığı ikonkırıcılık döneminden kalmadır. Kilisenin hemen arkasında bulunan revaklarla çevrili avluda (atriurn), bir zamanlar Bizans imparatorlarının yattığı somaki mermerinden lahitler bulunuyordu. Lahitlerin büyük kısmı, günümüzde, Arkeoloji Müzesi’ndedir.
III. Ahmet Çeşmesi
İstanbul’daki en güzel çeşmelerden biri olan III. Ahmet Çeşmesi 1729 yılında yapılmıştır. Çeşme, iki yıl sonra patlak veren ve III. Ahmet’in tahttan indirilmesiyle son tan isyanlardan kurutulabilen az sayıdaki eser arasında Lale Devri’nde sultan tar lan yaptırılan anıtların çoğu bu dönemde tahrip edilmiştir. Türk Rokoko üslubunun güzel örneği olan yapı beş küçük kubbesi, mihrap şeklindeki ve nişleri ve çiçek desenli rölyefleriyle görülmeye değer.
Osmanlı çeşmeleri fıskıyeli değildi ve daha çok kamuya açık gösterişli muslukla olarak içme suyu ihtiyacını karşılıyordu. Bunlar bazen soğuk içeceklerin sunulduğu sebil olarak da kullanılırdı.
III. Ahmet Çeşmesi’nin dört I kenarındaki mermer paneller üzerinde birer musluk bulunur. Her musluğun üzerinde 17. yüzyıl Osmanlı şairi Seyit Vehbi Efendi tarafından hatla yazılmış beyitler dikkat çeker. Kitabede, mavi-yeşil renkli zemin üzerine altın yaldızlı harflerle çeşmenin ve onu yaptıranın isimleri yazılıdır. Yapının dört köşesinde, kafes işi mermer oymalarla süslenmiş üç pencere ve onların hemen altında birer sebil vardır. Burada, diğer çeşmedeki buzlu su yerine gümüş kadehlerde şerbet ve tatlandırılmış su sunulurmuş.
Topkabı Sarayı’nın dış duvarlarıyla (Sur-i Sultani olarak da bilinir) Aya,Sofya’nın yüksek I minareleri arasında sıkışıp I kalmış olan parke taşlı dar ve dik sokağın iki yanında etkileyici tarihi ahşap konaklar sıralanır. Bunlara benzer geleneksel evler 18. yüzyıl sonlarında inşa edilmeye başlanmıştır.
Soğukçeşme Sokağı üzerinde yer alan evler Türk Turing ve Otomobil Kulübü (TTOK) tarafından 1980’lerde restore edilmiştir. Ziyaretçilerin gözdesi olan pastel renklerdeki Ayasofya Konaklan dokuz binaya yayılmıştır. Tarihi evlerden biri de TTOK tarafından İstanbul’a ilişkin tarihsel yazılar, gravürler ve fotoğraf arşivinin bulunduğu bir kütüphaneye dönüştürülmüştür. Sokağın aşağı ucunda yer alan eski Roma sarma günümüzde Sarnıç Lokantası olarak hizmet vermektedir.
Caferağa Medresesi
Dar bir sokağın sonuda yer alan huzur dolu mekân, 1559 yılındı Mimar Sinan tarafından dönemin harem ağası için medrese olarak inşa edilmiştir. Sinan’ın büstü avluya hâkimdir, burada aynca masalın avluya çıkarmış bir kafe bulunur. Bir zamanlar öğrencilerin barındığı odalarda mücevher, ipek baskı, seramik ve hat sanatı gibi el sanatlarından örnekler sergilenmektedir.
Gülhane Parkı
Gülhane Parkı bir zamanlar Topkapı Sarayı‘nın arazisinin aşağı kısmım oluşturuyordu.Bugün bakımsız ve ihmal edilmiş gibi görünen park, gölgelik yollarıyla hoş bir gezinti alanıdır ve mimari ve doğal güzellikleriyle görülmeye değer.
Eski ahırlardan dönüştürülmüş bir binada yer alan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesinde İslam Bilim tarihi boyunca Müslüman bilginlerin keşifleri ve çeşitli icatlar sergilenir. Parkın sonunda,3. yüzyıl tarihli iyi korunmuş bir zafer anıtı olan Gotlar Sütunu yükselir. Çay evleriyle çevrili anıtın Latince kitabesinde “Gotar’a karşı kazandığımız zaferle Fortuna (şans tanrıçası) bize geri döndü“ ifadesi işlenmiştir.
Parkın kuzeydoğusu boyunca uzanan Kennedy Caddesi’nden, Haliç sularının Boğaziçi’ne karıştığı işle noktanın manzarası görülmeye değer güzelliktedir.
Bab-ı Âli
Osmanlı hükümetini ifade eden Bab-ı Âli terimi “yüce kapı” anlamına gelir. Sadrazamın sarayına ve hükümet dairelerine açılan bu anıtsal kapının yapılmasından sonra, İstanbul’da görevli yabancı elçiler Bab-ı Âli Elçileri olarak anılmaya başlamıştı. Bab-ı Âli kurumu zaman zaman sultanların kaprislerini dengeleyen etkili bir unsur olarak Osmanlı toplumunda önemli bi
r rol oynamıştır.Bugünkü göz alıa Rokoko kapı 1840larda inşa edilmiştir. Bu korunaklı anıtın arkasındaki resmi binalar cumhuriyetin ilanından sonra vilayet konağı olarak kullanılmaktadır.